25 Mart 2011 Cuma

İNANIYORUM, ÖYLEYSE OLACAK!

İnanıyorum... İnancın gücüne de inanıyorum... Neye inanırsan onun olacağına inanıyorum. Bu düşünceyi reddedenlerin gerekçesi kadar saçma gerekçe var mıdır? Neymiş her inandığımız olsaymış, dünyada herkes herşeyi elde edebilirmiş. Oysa bir sürü kaybeden insanlar varmış.
"İnanmak" kelimesi çok basittir. İstediğiniz zaman telafüz edebilecek kadar kolaydır söylemesi.. Ama inanmayı başarmaktır mesele. İşte onu herkes yapamaz. İnanmak kocaman bir yürek gerektirir. Kocaman ve cesur... Bazen inandığımızı sanarız ama kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyiz.

Pozitif düşüncenin gücüne inanmak lazım...Son zamanlar böyle şeylere merak salmış durumdayım. Subliminal mesajlar, empati, pozitif düşünce falan filan.. Ve son günlerde hayatımda ilginç şeyler olmaya başladı. Tesadüf olduklarını düşünmüyorum. Bir tanesi bu yazıyı yazarken oldu mesela.

Malum bu haftasonu hava çok güzel.. Yarın bir adalara gitmek istedi canım.. Arkadaşımı aradım yarın ne yapıyorsun? diye sordum . Cevap: Adalara gidiyoruz. Sen napıyosun?

"The Secret" ı okuyan birçok arkadaşım saçma olduğunu söylediler. Ama orda yazarın anlatmaya çalıştıgı aslında çok farklıydı. Birşeyi ağızla istemek önemli değil, kalple isteyeceksin. Dinde böyle birşey değil midir zaten? Allah'ın varlığına bütün kalbimizle inanıyoruz ve bizi zor durumda bırakmayacağına da. Buna gerçekten inanıyorsak zor durumda kalmıyoruz ve istediğimizi istediğimiz kadar alabiliyoruz hayattan. Önemli olan ne istediğimiz bilmek ve onu istemek...

Ismarlayacaksın... Ben bunu istiyorum ! diyeceksin. Dünyada yerinden oynamayacak bir taş gösterin bana . O zaman istediğimiz taşı yerinden oynatmak bizim elimizde. Bu da inanmakla başlar. İnanan insan çalışır ve çalıştıkça başarır.

Ben de inanıyorum. Ve istiyorum. Evet bekliyorum. Neyi mi? Ben ne istediğimi biliyorum başkasının bilmesine ne lüzum. Yoldadır şimdi ama ne kadar yolu var henüz bilmiyorum.

20 Mart 2011 Pazar

Yaptım oldu ! :D


Ohhh!! Yaptım oldu .. Sonunda ben de sarma yapabildim. İkinci denemem de annem gibi yapabildim. İlk denemem Berlin'de bir misafirime yapmıştım. O çok beğenmişti ama ben beğenmemiştim.Şimdi yaptım oldu ! Demek ki içine sevgi katınca oluyormuş ! :)

Bir masaldı sonu bilinmeyen ....

18 Mart 2011 Cuma



I feel so happy. Cause a few of my Erasmus Friends wanna come to İstanbul in this summer and wanna see me. It is so strange. What depend on life? ı was one year ago in another country with another friends.. ı felt another, couldnt explain that but exactly another atmospher. When ı see back, a thing on my broat gulp... Everything is back. The life is really strange. Now ı have too many contact with my friends.

Today Luca had written to me on fb. He said that my smile, my sound and my commucination with the people ( my english was so poor) are on his mind. That makes me happy. The person who is from another far country miss you. That is so nice! ıcouldnt forget that. One day Luca said that he is 52 and a big star in Italy. He said:"I am so Perfect.. my body, my skin, my perfect face, So ı seems like 23." He made everybody serios. But at that time the boy who is from Brazilin had asked his date of Birth. Of course he couldnt replay immediately. :D:D Oh luca i miss u so much . Maybe you are not an Artist or star! But you are really number one and have a big pozitive energy! :)

Yeah Sure we had an excellent times together. even if my English was poor ;) , we had spoke about too many thema. ( magazine, religion, bureaucracy, beauty, education ..etc)

ı miss , ı miss, ... ı realized that ı miss always yesterday. Love Life, Life people...

15 Mart 2011 Salı

Kafa Bi Mİlyon

Derler ya! Sanırım ben öyle bir yerdeyim... Bir hocamız her derse başlarken gözlerimizi kapattırır herşey için teşekkür ettirirdi bize.. Bizi dünyaya getiren anne ve babamıza, tarlasında bizim için buğday yetiştiren çiftçi amcaya, babamıza iş veren ve bizi koruyan devlete, bizi okula getiren otobüs şöförüne, kanalizasyon çukuru kazan işçiye,tüm organlarımıza.. vs.. En önemlisi de bize hayat veren yaradana... Bu seronomilerde hep gülmek gelirdi içimden.. Kocaman anfi gözlerimizi kapatıp, hocanın önderliğinde herkese teşekkür ediyorduk.. Arada gözlerini açıp çevreyi izleyen mızıkçılar oluyordu tabi! E nerden biliyorum?:)

Kaybedince değeri anlaşılır ya herşeyin. Bazı şeyler vardır hani herzaman seninle olan, yoklukları hiç aklımıza gelmez. Şimdi japonyada olanların Türkiye'de yaşandığını düşünüyorum da düşünmek istemiyorum. Kaç yıl öncesine giderdik.. Sahip olduğumuz o kadar çok şey var ki.. Bunları düşündükçe mutlu olmamak işten değil... Mesela şu an dışarda bahar havası.. İstesem giderim deniz havasında oturup kitabımı okuyabilirim. Kimse bunun için beni kısıtlayamaz.. Düşününce "ee ne var bunda ? " denilebilir... Ben de diyorum ki bundan güzel daha ne olabilir ki? ÖZGÜRLÜK!

En tahammül edemediğim şey de kısıtlanmak... Kısıtlanmaya yalnız bir yerde tahammül edilebilir; birinin seni kısıtlaması ihtimalinin bile güzel olduğu anlar vardır... Onun dışında çekilmez...

Ne diyordum Teşekkür etmek...Şimdi hiç komik gelmiyor bana anfide teşekkür seronomileri... Bir çok şey için teşekkür edebilirim şimdi... Ülkemde isyan çıkmadığı için, tsunami ve ya deprem olmadığı için, ülkemde darbe olmadığı için, İstanbul'da havalar çok güzel olduğu için, İbrahim Tatlıses gibi suikasta kurban gitmediğim için, beni hergün arayan annem ve babam olduğu için, ufak tefek yılmışlıklarım olsa da henüz hiçbirşey için geç olmadığı için, küçücük şeylere çok mutlu olabildiğim için,.. daha sayayım mı?

Kafam bi milyon diyordum.. Kronik manyak bir halim var :) Bir yanım da diyor ki!!!


Kimisi sadece işinde gücünde
Kimisi sadece heyecan peşinde
Kimisine sorulmaz bile derdi ne
Kiminle


Kimisi paça sıvar dereyi görmeden
Kimisi bütün yutar lokmayı bölmeden
Kimisi düşmez yakadan başa çorap örmeden
İnceden

Gelip bu şehri bozan
Bu şehre gelip bozulanlar
Hepsi aynı kazanda kaynıyor istanbulda
(Doğru söylüyor)

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen

Ne çok canlar yakar (İstanbul)
Bolca günahlara sokar (İstanbul)
Hızlı koşanları çabucak yorar İstanbul İstanbul
Ama sen istesen de bu şehirden kaçamayacaksın
Çünkü aklın bende bende İstanbuldayım
(Doğru söylüyor)

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen

Sen gidersin
İstanbul beklemez
Gelirsin gidersin
İstanbul farketmez
Acı çeker özlersin
İstanbul üzülmez
Nasıl nedir halin
istanbul hissetmez
(İstanbul)
İSTANBUL BİRİNİ SEVMİYORSAN ÇEKİLMEZ!!

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen

13 Mart 2011 Pazar

Puuu sana!!

Sesli sözlüğü kapatan zihniyet şimdi de bloglara saldırdı. Artık Türkiye'de bloglar yasaklandı. Çok da TINN!! demekle birlikte yapılan şeyin manasını çözebilmiş değilim. Vayy efendim bazı blog sahipleri digitürk yayını yapıyorlarmış. Digitürk dava açmış bunun üzerine kapatılmış. BANA NE!! Benim blogumdan SANA NE!! Yazık değil mi yorgana bir pire için yakıyorsun? Al işte ben yine buraya yazıyorum. Artık google arama çubuğundan açılamıyorum belki ama benim bilgisayarımdan hala girebiliyorum. Dns ayarlarını değiştirmek yeterli.. Blog yazmak çok mu önemli? Evet önemli! benim için yazmak bir ihtiyaç... Yazar olmak gibi bir kaygım yok.. Deftere yazmak yerine buraya yazmak daha işime geliyor. Defterleri saklamak bu göçebe yaşam tarzında oldukça zor çünkü...
Birileri illa okusun diye bir kaygım da yok. Her yazılanı da koymuyorum tabi buraya ortaya yazılanlardan ibarettir bu blog. Zaman gelir çok konuşur, zaman gelir susar... Ama aslında hep mırıldanır ama kimse duymaz...

10 Mart 2011 Perşembe

içimden bir ses...

Şöyle 2 oda 1 salon bir ev hatta müstakil bahçesi de olsun.. Kocaman bir kitaplığı(içinde geniş kitap ve film seçenekleri olan) ve salonunda şöminesi olan (yakması kolay olanlardan )… Dışarısı çok soğuk ve kar yağıyor. Kar lapa lapa yağarken gözlerim açılıyor yeni güne karşı. Kalkıyorum, kapıdan gazetemi alıyorum. Haberlere göz atıyorum bir 15-20 dakika.. Kahvaltı çanları çalmaya başlıyor hafiften midemde. Dün akşamdan haberli olan arkadaşımın gelmesini bekliyorum kahvaltıya. O gelene kadar ben hazırlıyorum bir şeyler. Çok gecikmeden geliyor ellerinde sıcacık ekmeklerle. Demek ki şiddetli soğuğun gücü yetmemiş ekmekleri soğutmaya. Keyifleniyorum buna.

Uzun bir kahvaltı muhabbeti. Ne dersler, ne hayat mücadelesi, ne siyaset, ne dünyanın halleri, ne gelecek planları. Sıkıcı muhabbetlerin hepsini şömineye atıp, konuşmak istediklerimizden bahsediyoruz. Saatler geçiyor. Biz daldan dala atlıyoruz. Arada şöminenin ateşini besliyoruz. Bu konuda çok yeteneksiz olduğumdan ona bırakıyorum bu işi :)

Saatler geçmeye devam ediyor. Bu sefer okumaya başlıyoruz. Ama birilerinin istediklerini değil, not almak ya da sınava çalışmak kaygısından uzak, istediğimiz konuda istediğimiz yazarı okuyoruz. Buna zamanımız oldukça müsait ve okudukça acıkıyoruz okumaya. Sonra bir film seçiyoruz. Şöyle gerilimsiz romantik komedi hatta Türk sineması! Gülüyoruz, duygulanıyoruz bilmem belki de ağlıyoruzdur. Filmin ardından karın yağışını izliyoruz. Gün bitmeye yüz tutmuş, gitmesi gerek... Peki diyorum, yolluyorum onu. Ardından kalıyorum evde sakinliğimle. Mutlu, huzurlu ve dingin…
“Huzur… Bir parça Huzur”… derken uyanıyorum hayalimden.

6 Mart 2011 Pazar

Bir varmış bir yokmuş...

Birşeyi çok istemek istiyorum. Birşeyi çok istemeyi çok istiyorum derken bile kendimle kurduğum paradoksal ilişkinin sohbetine takılıyorum.
Birşeyi çok istersin. İstersin… Binlerce dua edersin, gecelerce dilersin … Keşkeye yer bırakmamak adına her yola baş koyarsın.. Ama yine de olmuyorsa… Vazgeçmeye zorlarsın kendini bu defa… Yalanlar senoryalarsın ve sonra sen de inanırsın o yalanlara… Bir zaman bir bakmışsın ki en büyük doğruların olmuştur bir zaman ki yalanların..
Sonuçta bir zafer kazanmışsındır. Özgürsündür artık ve kanatların vardır çırpabildiğin… Yorulunca konabileceğin omuzların vardır, kazançlısındır yani. Ya da öyle hissedersin sadece kendini. Ama bir şeyi unutmuşsundur. Savaşma yetin kaybolmuştur. O eski cesur hallerin bir senaryodan hatırda kalan izlerdir artık .
Hani küçük çocuklara bir şey istediklerinde “attıııımmm!!” dersin ve elindekini uzaklara fırlatmış gibi yaparsın. Sonra yavrucak cidden artık yok olduğunu düşünür, ardından ne ağlar ne de bakar, oyununa devam eder. İşte öyle bir yerdeyim.
Herkes bir varmış bir yokmuş edasında. Oysa ben hep var olsun istediklerimden yanayım. Bir varmış bir yokmuş ile başlayan cümleler eski tadında değil artık.

Bir var bir yoksan, bir saniye düşünme çık git! Ben ne istediğimi öğrenmişken, böyle kutsal bir bilgiye erebilmişken ve istediğim sendeyken, sen kendini nimetten sanacaksan yine git!

Ben kendimi severken sen buna karşılık kendimden nefret etmemi sağlayacaksan yine git!

Kitapları severim… Hayatımın en çarpıcı kitabı olacağına inanıyorsan, zaten buna inanmışsan gerçekten; ki bunun için inanmanın ne olduğunu bilmen lazım. O zaman sen benim hayatımın kitabısındır.
Ben sıkılsam da önsözünden, girişinden. Sıkı sıkı tut ellerimden olur mu çek götür beni en akıcı yerlere. Ben okudukça seni sen bana yeni sayfalar yaz. Ellerim çevirirken yapraklarını kırışarak buruşsun seninkilerle…