13 Mayıs 2012 Pazar

Anne...


Anneler günü diye bir şeyi kabul etmiyorum diyenleri biraz sivri fikirli buluyorum. Anneler gününün kökenini araştırdığımızda antik yunanlıların, yunan mitolojisindeki tanrıların annesi olarak kabul edilen Rhea onuruna ilkbahar festivallerinde kutlamalarıyla başlamış. Yani çok eski bir geçmişi var bugünün.

- Annemizi her gün arıyoruz, onu her gün seviyoruz! diyenler var. Evet her gün annesi ile konuşanlardan biri de benim. Ama dünyada bazı insanlar var ki meşguliyetleri başlarından aşkın ve annelerine bir telefon açıp halini hatırını sormayı erteleyebilirken, diğer işlerini asla ertelemeyenler. Çünkü annedir, kırılmaz, anlaşyışlı ve sevgi doludur. Anneler en hassas varlıklardır. Kırılmadıklarını düşünürüz bizler ama onlar hep saklarlar hüzünlerini sırf biz üzülmeyelim diye. İşte annelerine zaman ayırmayı bir lüks olarak gören insanlar için iftar vaktidir en azından anneler günü. Varsın kapitalist dünyanın reklam kokan hareketleri olsun.

Annelik... Ne mucizevi bir şey öyle! Herkesin hatta hayvanların bile kolayca sahip olabileceği bir sıfat, diğer yandan da her anne için bir o kadar özel. Nasıl bu kadar kolay anne olunabilirken, herkes için ayrı bir umman gibi görülebilir annelik... En güzel yavru onundur, dünyanın en güzel kokusuna sahiptir kollarındaki şey. Onun yüzünden dengesi, kimyası bozulur. Geceleri gündüz,gündüzleri gece olur. Kendi açlığını, tokluğunu ve yaşantısı ikinci plandadır. Yaşamın merkezi değişmiştir artık, özgür bir hayatı iade edip adanmış bir hayatın sahibesi olur.

Bu kadar fedakarlık, düşününce korkunç gelir bir insana. Bir kere gelinen bu dünyada yapılacak, yaşanacak o kadar çok şey varken, hepsini elinin tersi ile itip, anne olmak... İnanılmaz geliyor. Bu fedakarlık başka kim için yapılabilir. İşin ilginç tarafı ise bu kadar eziyete, "eziyet" demezler onlar. Offf bile demezler. Nefes alış verişleriyle yaşarlar yavrularının, onların yedikleriyle doyar karınları ve kokularına bağımlıdırlar, bir alkol bağımlısından daha güçlüdür onların tutkuları. Dünyanın en mutlusu sayarlar kendilerini. Yıllar sonra o can parçasının kendi düşünceleri, zevkleri, görüşleri, idealleri oluşur. Yüksek ihtimal de farklıdır anneninkilerden ve çatışırlar. O kadar fedakarlık yaptığı bir zamanlar her şeyiyle aciz olan o küçük bebek , ben gidiyorum diyebilir, dünyanın başka bir yerinde yaşamak istiyorum diyebilir. Ve onu seven o fedakar kadın ne kadar ısrar etse de karşı koyamaz küçüğünün hayalleri peşinde yaşamasına ve uçmasına izin verir. Zaman zaman tıpkı mini mini bir kuş şarkısındaki gibi "KUŞ" gelir pencereye konar. Annesi alır onu içeriye, doyurur sıcak bakışları ve kocaman yüreğiyle sonra yine uçurur kuşunu.

O kuş bilir ki hep o pencere açıktır ona. Ne zaman kanadı kırılsa, ya da yolunu şaşırsa o pencereye gidip konar ve hiç bir zaman geri çevrilmeyeceğini bilir. Ta ki bir gün pencere kendiliğinden kapanana kadar...

Canım annem! Anneler günün kutlu olsun benim meleğim. Bugün bana inşallah birgün sen de anne olursun dedin ya! İnan ben senin kadar cesur değilim...

10 Mayıs 2012 Perşembe

Yatış!

Bugün evde yatışımın 2. günü. Sıkıldım mı? Hiç sıkılmadım, özlemişim kendimle başbaşa kalmayı. İnsan giderek kendini tanırmış ya, ben de şunu öğrendim kendimden yana. İnsanlarla vakit geçirmeyi, farklı yerlerde bulunmayı seviyorum ama bunun bir sınırı var bende. Bu sınırdan sonra kendimle başbaşa kalmazsam dengem kayboluyor. Kendimle başbaşa kalınca yapmaktan hoşlandığım 3 şey var. Okumak, yazmak ve yemek yapmak. Bugün Elif Şafak'ın İSKENDER adlı romanını bitirdim. Kitaba başlarken, konusu hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Kitap okutturuyor kendini ama beklentimi çok yüksek tuttuğumdan olsa gerek bir AŞK ya da SİYAH SÜT kadar çarpmadı beni kitap. Ama kalemi ve anlatımı beni çok etkiledi. Tıpkı profosyonel filmlerde olduğu gibi sonu başta veriyor, e ne heyecanı kaldı diyorsun. Sonra başta verdiği sondan farklı bir sonla karşılaşıyorsun.
Okunulası bir kitap ama dediğim gibi beklentiyi çok yüksek tutarsanız hayal kırıklığı yaşarsınız. Şimdi Amin Maalouf'un Doğu'nun Limanları adlı bir kitaba başladım. Başlangıç umut vadediyor. Sonrasından haberdar ederim yine:)

Bugün içimde bir mutluluk var. Sebebini biliyorum sanırım. Emniyet müdürlüğünde pasaport büro amirliğine uğrayıp, gerekli belgeleri öğrendim ve yarın 10 yıllık pasaport başvurusunda bulunacağım. Bu bir başlangıç olduğu için mutluyum sanırım.

Mutlu olunca yemek yapmayı çok seviyorum. Şimdi ocakta yemek, elimde blogum yazıyorum işte :) Bu arada eğer dövme ile sebzeli pilav yapıyorsanız. 1 e 5 oranında su kullanın sonradan ekstradan su koymak zorunda kalıyorsunuz yoksa. Ben bu hatayı yaptım, siz yapmayın :)

3 Mayıs 2012 Perşembe

Cümleler diyorum...

Çok mu benzer oldu birbirine? Aslında hiç konuşmadan anlatabilecekken kullanır olduk sözleri.. Ve kaybettik birbirimizi. Ellerim diyorum, uzandığında ulaşamıyor sana. Gece yaklaşıyor ve korkuyorum el yordamı ile aramaktan seni. Ya bulamazsam, teğet geçersen hayatımdan? Her şeyi göze almışlığın verdiği bir güç geliyor biniyor kollarıma ve asileşiyor düşüncelerim.