3 Ekim 2010 Pazar

DIE DEUTSCHEN LEUTE !!


Dedim ya insanlar gördüm orda bizlerden çok farklı olan. Onları tanıdıkça, bizde olan bir çok şeyi sorguladım. Gece yarısı yollar bomboş ve yolda bizden başka hiç kimse olmayan bir yerde, karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını bekleyen insanlar, kantinde aldıklarının ücretini ordaki kutuya kendileri bırakan insanlar, kul hakkına bizim toplumumuzdan çok önem veren insanlar...

Almanya'da Hitler, şehirler arası tren sistemi kurmuş. Almanya'ya gittiğinizde İstanbul'da ki gibi binmeden önce biletinize bakan biri ya da akbil sistemi yoktur. Elinizi kolunuzu sallaya sallaya trene binersiniz. Kontrol eden görevliler arada sırada trenlerde bilet kontrolü yaparlar. Eğer bilet almadan binmişsseniz 40 euro ceza ödemek zorunda kalırsınız.. Yapılan kontrollerde bir vagonda 2 ya da 3 kişi bu cezayı öder. Onlar da zaten Alman halkı değil, yabancılardır. Böyle bir sistemin Türkiye'de kurulduğunu düşünüyorum da... Herkes bilet alarak binmeyi 'enayilik' olarak sayardı. Sonra da sahte kontrolcüler çıkardı. Biletsizlerden 40 euro alıp cebe atarlardı ! Biz böyle bir milletiz kafamız çok iyi çalışıyor ama nasıl dolandırırıza çalışıyor.

Kurallar ülkesiydi Almanya. Tuhaf yasakları da vardı benim anlam veremediğim. Bu kadar kuralın içinde bir o kadar da özgürdüler. Kimin ne giydiği, ne yiyip içtiğiyle ilgilenen kimse yoktu.

İnsanları dışarda oldukça samimiyetsiz ve soğuk görünüyorlar. Evet böyle düşünenler cidden kendilerine göre haklılar dışardan öyle görünüyorlar. Ama bir Alman hemen bizim gibi samimi olmaz. Duvarları vardır seni tanıdıkça, iyi biri olduğuna kanaat getirdikçe yıkarlar duvarları. Duvarlarının arkasında çok güzel arkadaşlıklarını ve dostluklarını saklarlar. Onların tadını tattıysanız bir kere, onların neden dışardan soğuk göründüklerine hak verirsiniz ..

Biz onların nasıl samimiyetsiz olduklarını düşünüyorsak onlar da bizim samimiyetsiz olduğumuzu düşünüyorlar. Birilerine sahte samimiyet gösterilerinde bulunmak, ilk tanıştığın gün can ciğer olmak ne kadar gerçekcidir ki. Biz Türkler biriyle tanışırız hemen samimi oluruz bir süre sonra arkasından konuşuruz. Sonra bir yerde o kişiden koparız. İşte onlar bunu yapmıyorlar. Kopacakları insanla samimiyet kurmuyorlar. Samimiyet kurduklarına da ebedi dostluklarını veriyorlar.

Benim kendime en çok sorduğum sorulardan biri biz günah işlemekten korkarız çünkü cehenemme inanırız, günah işlemekten sakınırız, allah'tan korkarız. Biz iyilik yaparız çünkü iyilerin cennete gideceğini biliriz. Peki onlar neye göre insani yönden bazı durumlarda bizden daha iyi olabiliyorlar? Evet Hristiyanlar, sonuçta o da özünde iyi bir dindi. Ama hepsi Hristiyan değil bu insanların, inanmayanları da vardı.. Öldükten sonra herşeyin biteceğine inanan insanlar da vardı. Onlar neye inanarak yapıyorlar? Tamamen kendilerine olan saygılarından mı neden? Ben bu noktada takılıp kaldım. Bu soruya cevaplar arıyorum.

2 Ekim 2010 Cumartesi

BERLIN'DE


Bazen rüyadayken farketmezsin senaryoya kaptırıp gidersin kendini... İşte ben Berlin'de bunu yaptım. Bir filmde başrol oynadım. Bambaşka insanlar, bambaşka yerler, çok farklı kültürler ve yemekler... Evet ben "bambaşka" kelimesinin anlamını orda öğrendim. Ben orda Almanca öğrenirken bir yandan da Türkçe kelimelerin asıl anlamlarını öğrendim. "Bambaşka" kelimesi mesela.. Ya da "özlem".. Özlemek neymiş bunu öğrendim.. Özlemlerin en büyüğünü orda tattım. Özlediğim için ilk defa ağladım...

Dünya, coğrafya kitabındaki gibi çizgi çizgi değilmiş oysa...Ben orda başka hayatlar gördüm. İyi insanların sadece yakınımızdakiler değil çok uzaklarda da çok iyi insanların olabileceğini, karşılıksız yapılan fedakarlıklar gördüm . Kalbime dokunan insanlar tanıdım. Değer verildim çok da değer verdim. Ben orda dostluğun başka tanımlarını okudum.

İnsan birşeyi yemeden tadını bilemez, yedikten sonra tadı damağında kalır ya... İşte öyle bir yerdeyim tadı damağımda hala Berlin'in. Ama İstanbul'a da doymak bilemiyorum...