4 Aralık 2012 Salı

Issızlaşıyorum,


Yabancı sanki çevremdekiler...
Bir pazar muhbbetinden kalmış samimiyet
Sanmıştım ki kalabalıklaştım olduğum yerde..
Sanmıştım ki bizleştik ben ve senden...
Meğer varmış ufak da olsa bizden gayri sen 
Belki de ben...

Sakın daha fazla gitmeye kalkma benden
Birlikte ıslanalım yağmurda,
Birlikte kayıp düşelim buzlu yollarda.
Razıyım ben... 
Yeter ki etme beni mahrum, inandığım yalanlardan..

Yine de illa gideceksen
Biliyorum ,sen gitmezsin de 
Olur ya Gitmek kalırsa geriye
Yine de beni güzel hatırla 
Başkasını sevme benden daha fazla...

Ama yine de gitme benden
Sensiz kalamam ki bu şehirde
Solarım ben...
Nefesim kesilir
Sonra kaybolurum.

İnanmıyor musun bana
O zaman sor yıldızlara,güneşe
En iyi onlar bilir bendeki seni
En çok onlara anlatıırm çünkü

Benden fazla kimse sevemez seni
Benden fazla kimse yakışmaz yanına
Kimse ...
Senden başkası olmaz bana ...

20 Haziran 2012 Çarşamba

Mutluluk...

Bir şeyi güzel yapmak da onu çirkinleştirmek de senin elinde. Elindekilerin kıymetini bilmek bilmemek de senin elinde. Mutluluk tıpkı su gibidir. İçerken düşünmezsin yokluğunu. Israf edip yokluğunun kokusunu aldığında anlarsın ne kadar değerli olduğunu. Bu yüzden sahip olduğun tüm mutlulukları tanı,yüzleri çamur içinde olsa da tanı onları. Yarın bir gün uzaktan el sallarken keşke dememek istemiyorsan, sıkıca tut ellerinden mutluluğun ve sahip çık ona.

Sevgisine sahip çıkmalı insan, harcamamalı öyle kolayca mesela. Dillendirmemeli öyle her yerde. Bazen inanmasak da öyle olduğuna, bu dünyada sevginin gücüdür en büyük olan.

Bazen düşünmeden edemiyorum, hızlı mı tüketiyoruz bazı şeyleri bir anda. Sonra diyorum ki an gelmişse, sorgulamadan sadece bırakmak lazımdır an'a kendini.

Birden çıkar karşına ve gülümsersin sadece anlamını bilmeden gülümseye kalırsın karşısında ve zamanla anlarsın o olmadan eksik kalacağını. O zaman anlarsın geri kalanların yalan olduğunu ve tutarsın ellerinden hiç bırakmamacasına...

13 Mayıs 2012 Pazar

Anne...


Anneler günü diye bir şeyi kabul etmiyorum diyenleri biraz sivri fikirli buluyorum. Anneler gününün kökenini araştırdığımızda antik yunanlıların, yunan mitolojisindeki tanrıların annesi olarak kabul edilen Rhea onuruna ilkbahar festivallerinde kutlamalarıyla başlamış. Yani çok eski bir geçmişi var bugünün.

- Annemizi her gün arıyoruz, onu her gün seviyoruz! diyenler var. Evet her gün annesi ile konuşanlardan biri de benim. Ama dünyada bazı insanlar var ki meşguliyetleri başlarından aşkın ve annelerine bir telefon açıp halini hatırını sormayı erteleyebilirken, diğer işlerini asla ertelemeyenler. Çünkü annedir, kırılmaz, anlaşyışlı ve sevgi doludur. Anneler en hassas varlıklardır. Kırılmadıklarını düşünürüz bizler ama onlar hep saklarlar hüzünlerini sırf biz üzülmeyelim diye. İşte annelerine zaman ayırmayı bir lüks olarak gören insanlar için iftar vaktidir en azından anneler günü. Varsın kapitalist dünyanın reklam kokan hareketleri olsun.

Annelik... Ne mucizevi bir şey öyle! Herkesin hatta hayvanların bile kolayca sahip olabileceği bir sıfat, diğer yandan da her anne için bir o kadar özel. Nasıl bu kadar kolay anne olunabilirken, herkes için ayrı bir umman gibi görülebilir annelik... En güzel yavru onundur, dünyanın en güzel kokusuna sahiptir kollarındaki şey. Onun yüzünden dengesi, kimyası bozulur. Geceleri gündüz,gündüzleri gece olur. Kendi açlığını, tokluğunu ve yaşantısı ikinci plandadır. Yaşamın merkezi değişmiştir artık, özgür bir hayatı iade edip adanmış bir hayatın sahibesi olur.

Bu kadar fedakarlık, düşününce korkunç gelir bir insana. Bir kere gelinen bu dünyada yapılacak, yaşanacak o kadar çok şey varken, hepsini elinin tersi ile itip, anne olmak... İnanılmaz geliyor. Bu fedakarlık başka kim için yapılabilir. İşin ilginç tarafı ise bu kadar eziyete, "eziyet" demezler onlar. Offf bile demezler. Nefes alış verişleriyle yaşarlar yavrularının, onların yedikleriyle doyar karınları ve kokularına bağımlıdırlar, bir alkol bağımlısından daha güçlüdür onların tutkuları. Dünyanın en mutlusu sayarlar kendilerini. Yıllar sonra o can parçasının kendi düşünceleri, zevkleri, görüşleri, idealleri oluşur. Yüksek ihtimal de farklıdır anneninkilerden ve çatışırlar. O kadar fedakarlık yaptığı bir zamanlar her şeyiyle aciz olan o küçük bebek , ben gidiyorum diyebilir, dünyanın başka bir yerinde yaşamak istiyorum diyebilir. Ve onu seven o fedakar kadın ne kadar ısrar etse de karşı koyamaz küçüğünün hayalleri peşinde yaşamasına ve uçmasına izin verir. Zaman zaman tıpkı mini mini bir kuş şarkısındaki gibi "KUŞ" gelir pencereye konar. Annesi alır onu içeriye, doyurur sıcak bakışları ve kocaman yüreğiyle sonra yine uçurur kuşunu.

O kuş bilir ki hep o pencere açıktır ona. Ne zaman kanadı kırılsa, ya da yolunu şaşırsa o pencereye gidip konar ve hiç bir zaman geri çevrilmeyeceğini bilir. Ta ki bir gün pencere kendiliğinden kapanana kadar...

Canım annem! Anneler günün kutlu olsun benim meleğim. Bugün bana inşallah birgün sen de anne olursun dedin ya! İnan ben senin kadar cesur değilim...

3 Mayıs 2012 Perşembe

Cümleler diyorum...

Çok mu benzer oldu birbirine? Aslında hiç konuşmadan anlatabilecekken kullanır olduk sözleri.. Ve kaybettik birbirimizi. Ellerim diyorum, uzandığında ulaşamıyor sana. Gece yaklaşıyor ve korkuyorum el yordamı ile aramaktan seni. Ya bulamazsam, teğet geçersen hayatımdan? Her şeyi göze almışlığın verdiği bir güç geliyor biniyor kollarıma ve asileşiyor düşüncelerim.

6 Mart 2012 Salı

SABIR



Sabır güzel meziyetti dillerde..
Sabrettikçe alışıyorduk
Azaldığını sandığımız sızılara
Ve seviyorduk her gün biraz daha, siyahı.

"Sabır" demiştim oysa
İlaç olurdu yaraya
Sabredersen geçer demişlerdi
Geçmezmiş...
Her zaman çare olmazmış sabretmek.

Beklediğin otobüs varmak istediğin yere
Götürmeyecekse seni,
Ettiğin sabır, her gün vurur
Yüreğine yüreğine...

O yüzden gecikirse
Beş dakika bekleyip gitmek lazımdı belki.
Ama sen öyle bendin ki
Nolur beş dakkaya bir kala...
Bu şehirde erkenden güneş batarken
Karanlığa bırakma beni.

25 Şubat 2012 Cumartesi

(Doğu)beyazıt'ta yaşamak!

























İlk önce terddüt edersin... Nasıl yaparım orada, alışır mıyım kısa zamanda ? diye sorular sorarsın kendine. İçin sıkılır bunalırsın düşünmekten. Sonra gelirsin Doğubeyazıt'a...

Uçaktan inince bembeyazdır yeryüzü. Uçak yanlışlıkla Sibirya'ya mı indi diye düşünürsün bir an, sonra yok canım Ağrı burası dersin.

Ağrı'dan Doğubeyazıt'a doğru 1 saatlik yolculağa uzanırsın. Zaman zaman köylere rastlarsın yol üzerinde. Yollar buz tutmuştur, korkarsın kayacağız diye, ama taksiyi süren şöfor tecrübelidir buzda araba sürmeye. Doğubeyazıt'a yaklaştıkça buzlanmalar azalır ve renk beyazdan kahverengiye dönüşür.Sağ salim gelirsiniz Doğubeyazıt'a.

Doğubeyazıt, iklim olarak Ağrı merkezden çok daha yumuşaktır. Bu iklim değişikliği insanlarının kişiliklerini de etkilediğini farkedersiniz. Halkı çok yardımseverdir. Doğu ile özdeşleşmiş olan "mahrumiyet" kelimesini Doğubeyazıt'ta çok kullanamazsınız.
Nerdeyse aradığınız maddi olan her şeyi burda mümkündür. Maneviyat hakkında söz veremem. Mutlaka özlem krizleriniz olur.

Barınma problemi hiç yaşamazsınız. Çünkü turistik bir ilçe olduğundan ve çok sayıda devlet memuru yaşadığından sürekli bir yandan yeni apartmanlar inşaa edilmektedir. Evlerin çoğu kaloriferlidir. Benim gibi ateş yakma özürlüsü iseniz. Bu evler sizin için velinimettir. Yani burada asansörlü, kalorfierli ve sıcak suyu olan, güvenliği sağlam daireler bulmanız mümkündür. Fiyatları buraya nerden geldiğinize bağlı olarak size pahalı ya da ucuz gelir. Eğer istanbul'dan geliyorsanız 160 m2 eve 350 lira kira,150 lira yakıt ödemek size pahalı gelmeyecektir. Ama bir ev arkadaşı bulduğunuzda bu fiyatın daha da düşmesi olası.

Gelelim ilçenin sosyo-ekonomi ve kültürel durumuna. Buraya aşırı büyük beklentilerle gelmediyseniz çok hayal kırıklığına uğramazsınız. Kızlar için konuşuyorum; eğer çok uç şeyler giymiyorsanız burada gardoraplarınızda çok değişiklik yapmanıza gerek yok. Sokakta dikkat çekmezsiniz. Çünkü burda halk yerel kıyafet giymiyor. Ve aynı şekilde hepsi Türkçe konuşabiliyor. Aksanları olsa da anlayabiliyorsunuz onları. Zaten ilçede batıdan gelen çok fazla insan var. İster istemez kısa zamanda çoğu ile tanışıyorsunuz. Çok rahat bir arkadaşınızla çıkıp bir cafeye gitmeniz mümkündür. Eğer merkezde iseniz sokakların çoğu sensörlüdür, siz yürüdükçe ortalık aydınlanır.
Burda hava erken kararır. Ama çok rahat dışarda gezebilirsiniz. Ama yine de tedbirli olmanızda fayda var, mümkünse yalnız olmayın.

Alışveriş yönünden 2M migrosu ve onun üstünde sinema salonu ve kocaman bir cafe bulunmaktadır. Oraya gittiğinizde mutlaka tanıdık birileriyle karşılaşırsınız. Genelde batıdan gelen devlet memurları orada takılırlar.

Sağlık açısından 1 devlet hastanesi 1 de özel hastane var, henüz oralara gitmedim, Umarım bundan sonra da gitmem gerekmez. Ancak fizik tedavi, cildiye gibi bazı bölümlerin bulunmadığını duydum.

Doğubeyazıt'a geldiyseniz abtigör köftenin tadına bakın, eğer et yiyenlerdenseniz. Burada tarım çok gelişmemiş. Sebze ve meyve genelde Igdır ya da İran'dan geliyor. O yüzden manavları pahalıdır.

Halkı fakir değildir. Genelde bir çoğu kaçakcılıkla uğraşır. Çünkü İran ile sınır kapısı vardır. Buranın ünlü pasajlarını gezmeden gitmeyin sakın. İstanbul'un kapalı çarşısının ucuz versiyonu. Kaçak gelen malların satıldığı pasajlardır bunlar. Geniş bir zamanda gezerseniz eğer güzel şeylere rastlamanız mümkündür.

Doğubeyazıt'ta yaşamak farklıdır. Kendini buraya ait hissederken bir o kadar da burdan kopuk hissedersin. Her şeyden uzaklaşmak isterdim, kimsenin olmadığı bir yerlere gitmek isterdim. Kimseyle konuşmadan geçirdiğim günlerim olsun derdim. O kadar yorgundum. Şimdi öyle bir yerdeyim. Bundan sonra ne olur? zaman gelsin de görelim..

6 Şubat 2012 Pazartesi

VEDA


Son gecemdi dün gece İstanbul'da. Şimdi bambaşka bir şehirden bakmaya devam ediyorum dünyaya. Kim derdi ki onunla bir gün ayrılacağız. İçimde garip bir his var. Yepyeni bir hayata başlamanın arifesinde, her şeyin eskisinden çok farklı olacağının bilincinde olmakla birlikte bambaşka hissediyorum. Ama korkmuyorum bu şehirden ayrılırken, doğrusunu söylemek gerekirse çok üzülmedim de sadece çok özleyeceğimi biliyorum.

Çok farklı bir iklimde bambaşka hayatlara dokunacağım gittiğim yerlerde. Kendimle başbaşa kalacağım zamanlarım olacak. Zor anlarım da olacak ama ben hissediyorum.. Kulağıma güzel sesler geliyor uzaktan. ve ben İstanbul'u terkettim. İstanbul ile birlikte terkettiğim bir çok şey oldu. Hepsi geride kaldı. Kimisini çoktan unuttum kimisini ise unutmak üzereyim...

Şimdi söz bile veremiyorum İstanbul'a bir daha geri döneceğimin garantisini..

29 Ocak 2012 Pazar

Fatmagül'ün Suçu Ne ? setinde...

Bu kadar karmaşıklığın arasında çok farklı bir gün geçirmiş olmanın tazeliği henüz daha üzerimdeyken paylaşmak istedim.

Dün akşam evde otururken telefonum çaldı. "Family ajanstan arıyoruz. Fatmagül'ün suçu ne dizisi için oyuncu arıyoruz hemşire rolünde yarın medi life hastanesine gelebilir misiniz?" dediler. Ben ilk önce ne dediklerini çok anlamadım. Birileri kekliyor sanırım diye düşündüm. Ama sonra ciddi olduklarını farkettim. Birazcık havaya girdim itiraf ediyorum:) Allah, dedim belki de oyuncu olarak devam edeceğim diye bir takım hayallere girdim. Ertesi gün yani bugün erkenden hazırlanıp hastaneye doğru yol aldım. Öncesinde internetten biraz araştırdım, çünkü dizide ne olup ne bitiyor hiç haberim yoktu.
hastaneye girdim. Benim gibi insanlar gelmişlerdi hep bekliyorlardı, iştahım kaçtı onları görünce. Sonra biraz bekledik. Ben iyiden sıkılmaya başlarken Engin'i gördüm. Allah'ım o neydi öyle! İlk önce boş bulundum böyle kocaman gülümseyip resmen el salladım ona. Baktı o da bana tanıyor muyum diye. Sonra çekimler başladı.. Bazı yerlerde sekreter hemşire bazı yerde de koridorda yürüdüm. Bir yerde de ENGİN in odasına girdim. Odada yalnızca o ve ben vardım . Başında bekledim :) Onu gördüğümde verdiğim tepkiden olsa gerek çekim sırasında bana bi kaç defa uzun uzun baktı. Duruşu yürüyüşü bakışı her şeyi mi karizma olur bir insanın? Çok havalıydı haliyle..Şu an hala etkisindeyim, çarpıldım çarpıldım..İlk görüşte Aşk bu mu acaba ? :)

Öğlen yemeğinde aynı masada çaprazımda oturdu. Beren Saat de vardı masamızda. Ama dizi oyuncularından en samimi olan Serdar Gökhan'dı. O heybetli duruşun içinde kocaman sıcacık, samimiyet akan bir yürek duruyordu. Ben yanından geçerken bana bir şeyler söyledi:) Biraz konuştuk, kaş yapımın güzel olduğunu ama bana biraz sertlik kattıgını söyledi .. Biraz yumuşatırsam iyi olurmuş kaşlarımı :) üzgünüm Serdar abicim ama kaşlarımı böyle seviyorum :) Seni de çok seviyorum=) Sonra fotoğraf çektirdik onunla, fotoğrafı ortaya yaymamamı rica etti. Eşi görürse kızarmış :)

Zaman zaman sıkılıp mızıkçılık yaptım. 1 gün boyunca setteydim. çıkmak istedim ama en son ayrılan ben oldum. O sırada çok iyi farklı insanlarla tanıştım.

Sumru Yavrucuk, oyunculuğuna hayran olduğum insanlardan biridir. Onun performansını canlı canlı izleme fırsatı yakaladım.

Dizi setinde gördüğüm edindiğim farklı izlenimler de oldu. Ama onları paylaşmayacağım.

Bir de dizi oyunculuğu hakkaten zor iş. Neredeyse 12 saat cumartesi pazar demeden çalışıyorlar. Ama tabi karşılığını da alıyorlar.

Bugün İstanbul'un bir başka yüzünü daha görmenin şükründe ve özlemindeyim.. Bu perşembe kanal d ekranlarındayım :P :D :D

16 Ocak 2012 Pazartesi

Bana kimse dolambaçlı cümleler kurmasın bu saatten sonra... SAKINN!!!
Dosdoğru söyleyin ne söyleyeceksiniz.
Eskidendi o bulmaca çözmeyi sevişlerim.
Şimdi sevmiyorum ne çengelini ne de soldan sağa olanları.
Dümdüz olmayı seviyorum ben, kalbimde ne varsa pat diye söylemeyi
Yoluma devam etmeyi.
Biraz da taşlaşmış içimde bir yerler..
O yüzden ağlamıyorum kimsenin arkasından.
İnsanları seviyorum, ama onlara olan sevgimden
Kendime olan sevgimi azaltamıyorum artık.
Bencillik mi nedir adı neyse ?
İsimlere takılmıyorum.
Bazen çok uzak memleketlere gitmek istiyorum.
Sonra bir şeyler beni çağırıyor buralardan.
Evimin kokusu...

Biraz yorgunluk var üzerimde
Ağlayınca geçer mi?
Kendimi bir yerlerde güvende hissetmek istiyorum.
Bir yeri sahiplenmek
Bir o kadar da ordan her an uçabilecekmiş gibi,
Yaşamayı istiyorum.
Zamanı geldiğinde de artık
Gitmeyi istiyorum sonsuz ve dingin bir yere.